SANAT MI, POPÜLARİTE Mİ?

İnsanların sanatı mı sevdiği, yoksa popülariteyi mi takip ettiği sorusu, modern kültürün çelişkilerini yansıtır. Ama benim için cevap açıktır: Sanat sevgisi, popülaritenin çok ötesindedir..
Sanat Sevgisi ve Popüler Kültür Arasında
-REYHAN CANER AHMADİ YAZIYOR-
Uzun zamandır kendi kendime şu soruyu soruyorum: İnsanlar gerçekten sanatı mı seviyor, yoksa popülaritenin cazibesine mi kapılıyor? Özellikle günümüzün hızlı tüketim kültüründe bu sorunun daha da önem kazandığını düşünüyorum. Çünkü sanat, özü itibariyle insan ruhunu besleyen, derinlik kazandıran bir alan iken, popüler kültür onu çoğu zaman bir “gösteri”ye indirgemekte. Benim için asıl olan, sanatın içsel değeridir. Popülarite ise gelip geçicidir; fakat gerçek bir sanat sevgisi, bireyin yaşamında kalıcı bir iz bırakır.
Sanatın İçsel Boyutu
Sanat, bana göre yalnızca bir tüketim nesnesi değil, bireyin varoluşunu sorgulama biçimidir. Bir şiirin dizeleri, bir tablonun renkleri ya da bir müziğin melodisi kişiye kendi iç dünyasını açar. Kant’ın “ilgisiz haz” kavramı burada açıklayıcıdır: Sanatın değeri, herhangi bir çıkar, prestij ya da sosyal görünürlükten bağımsızdır. Gerçek sanat sevgisi, sessiz ve derin bir bağ üzerinden kurulur. Ben de sanatla ilişkimi böyle tanımlıyorum. Kalabalıkların olmadığı bir anda, bir resmin karşısında yalnız kalabilmek; işte bana göre sanatın gerçek deneyimi budur.
Popülaritenin Çekiciliği
Yine de inkâr edemem ki çağımızda popülarite, sanatla kurulan ilişkinin doğasını güçlü bir şekilde etkiliyor. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte sanat eserleri çoğu zaman bir “paylaşım nesnesi”ne dönüşüyor. Bourdieu’nün Distinction adlı eserinde belirttiği gibi, sanat beğenisi yalnızca estetik bir olgu değil, aynı zamanda toplumsal statünün bir göstergesidir. Bugün bir sergiye ya da müzeye gitmek, sadece bir kültürel deneyim değil, aynı zamanda “orada bulunduğunu kanıtlama” biçimi hâline gelmiş durumda.
Ünlü Müzelerde Popülerlik ve Kalabalıklar
Bunun en çarpıcı örneğini Louvre Müzesi’nde gözlemlemek mümkün. Louvre, dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden biridir; her yıl milyonlarca insan burayı gezer. Ancak ziyaretçilerin çoğu, müzenin sahip olduğu zengin koleksiyondan ziyade, Mona Lisa’yı görmek için uzun kuyruklara girer. Mona Lisa’nın ünü, sanat tarihindeki teknik ya da estetik özelliklerinden çok, popüler kültürde kazandığı sembolik değerle ilgilidir. Çoğu insan o tabloyla “göz göze gelmekten” çok, önünde fotoğraf çektirip bunu paylaşmak ister. İşte bu durum, sanatın özünden uzaklaşıp popülariteye kaymanın somut bir örneğidir.
Benzer bir eğilim, Van Gogh Müzesi’nde, British Museum’da veya New York’taki MoMA’da da gözlemlenir. Ziyaretçilerin büyük kısmı, sergilerden çok “ikonik” eserlerin peşindedir. Bu, sanatın derin bir deneyimden ziyade, bir “görülmesi gerekenler listesi”ne dönüşmesinin işaretidir.
Sanat ve Popülarite Arasındaki Geçişkenlik
Bütün bunlara rağmen, sanat ile popülariteyi birbirinden tamamen koparmak mümkün değildir. Bir eser popüler olduğu için dikkatimi çekebilir ve bu sayede onunla derin bir bağ da kurabilirim. Popülarite, sanatın dolaşımını artıran bir işlev görebilir. Ancak burada tehlike, popülaritenin sanatın özünü gölgelemesidir. Eğer bir sanat deneyimi yalnızca kalabalıkların içinde “orada bulunmuş olmak”la sınırlı kalıyorsa, sanatın ruhu kaybolur.
Sanat Sevgisinin Önceliği
Benim için bütün bu tartışmanın merkezinde şu gerçek var: Sanat sevgisi popülariteden önce gelmelidir. Popülarite gelip geçer; bugün kalabalıkları sürükleyen bir sergi, yarın unutulabilir. Ama sanatla kurulan derin bağ, bireyin yaşamını dönüştürür. Yıllar sonra bir şiirin dizelerini hatırlamak, bir melodinin kulakta yeniden çınlaması ya da bir tablonun zihinde açtığı kapıyı anımsamak… Bunlar popülaritenin sağlayamayacağı kalıcı izlerdir.
Sonuçta şunu söyleyebilirim: İnsanların sanatı mı sevdiği, yoksa popülariteyi mi takip ettiği sorusu, modern kültürün çelişkilerini yansıtır. Ama benim için cevap açıktır: Sanat sevgisi, popülaritenin çok ötesindedir. Çünkü sanat yalnızca görülmek ya da gösterilmek için değil; hissedilmek, yaşanmak ve insan ruhunu derinleştirmek için vardır. Popüler olan eserler gelip geçebilir; fakat gerçek sanat sevgisi, insanın iç dünyasında silinmez bir iz bırakır.